Bu
normal büyüme değil
BTP Genel Başkanı Prof. Dr. Haydar Baş, AKP
iktidarının uyguladığı ekonomi
politikasını değerlendirdi. Açıklanan yüzde
9.9’luk büyüme oranının ekonominin
şartlarına göre oluşmuş bir büyüme olmadığına
işaret eden Prof. Dr. Baş, “Bu şekilde olan
büyüme Türkiye’nin geriye gittiğini, iflas
noktasında olduğunu gösteren büyümedir”
dedi.
BTP Genel Başkanı Prof. Dr. Haydar Baş, bu
haftaki “Haftanın Sohbeti”nde Nihat
Hekimoğlu’nun, büyüme, enflasyon, tarım ve
hayvancılık, stratejik KİT’lerin özelleştirilmesi,
AB ve Güneydoğu’da yeniden başlayan PKK terörü
konularındaki sorularını cevaplandırdı.
-Hocam, IMF son bir açıklama yaptı. Türkiye’deki
% 9,9 olduğu söylenen büyümenin stok artışından
kaynaklandığını söyledi. Bu, sizce ne anlama
geliyor?
Prof. Dr. Haydar Baş– Biz, bunu
zamanında söyledik. Türkiye’de olan büyüme
ekonominin şartlarına göre bizim anladığımız
büyüme değil. Bu şekilde olan büyüme
Türkiye’nin geriye gittiğini, iflas
noktasında olduğunu gösteren büyümedir. Olayı
net olarak ortaya koyarsak bizi takip edenler
meseleyi çok daha net anlarlar. Siz imalatçısınız.
Mamulünüzü hammadde olarak alıyorsunuz, imal
ediyorsunuz. Ve fakat satamıyorsunuz. Yani bir
iş yapıyorsunuz. Mevcut olan işçi ile
birlikte kapasitenizi arttırmak istiyorsunuz,
imalatınızı devreye koyuyorsunuz ve onu mamul
haline getiriyorsunuz. Fakat bu mamulü pazarda
satamıyorsunuz. Bunu fabrikanızda tutmanız da
mümkün değil. Ambarınızda stok edeceksiniz.
Bu şekilde ambarlarınız malla dolup taşacak.
Ambarların malla dolup taşması demek
vatandaşın sizin imal ettiğiniz mamule müşteri
olmaması demektir. Bunun adına büyüme denmez.
Bunun adına ekonomide tıkanma denir. Ekonomi
tıkandı. Niye tıkandı? Sizin imal ettiğiniz
mamulün müşterisi olmadığı için alıcı
yok. Görünüşte müthiş bir üretim var.
Hakikatte pazarlama olmadığı için ardından
da “ben bu üretimi neden yaptım?” diye
korkunç bir pişmanlık var. Hatırlarsanız bu
olaylar başladığı zaman bendeniz ne demiştim?
“Sakın KOBİ’ler, sanayi kesimi kredi alıp
imalat yapmasın. Zira imal ettiği mamulleri
satması hiç mümkün değildir. Stokları
artacak, bu mamuller ellerinde kalacaktır”
demiştim. Bir mamul arz edildiği zaman ona
talep olması lazım. Müşterinin talebini
ortaya koyan tek amil cebindeki parasıdır. Türkiye’de
hatırlarsanız uzun zamandan beri bizim
üzerinde durduğumuz konu, tüketim bitmiştir.
Tüketici kimdir? İşçidir, memurdur, esnaftır,
emeklidir, tarım kesimidir, ormancısıdır, köylüsüdür,
denizcisidir, hülasa her gün içiçe olduğumuz
insanımızdır. Bu bitti. Aldığı maaş
yetmiyor. Sen yılda % 4–8 zam vereceksin, “Türkiye’de
% 8 enflasyon var” diyerek hakikatleri
gizlemeye çalışacaksın, ayda benzine en az %
8–10 zam yapacaksın. Ondan sonra yılda da “%8
oranında enflasyon var” diyeceksin.
Vatandaşın maaşına da bu oranda zam
yapacaksın. Dolayısıyla vatandaşta alım gücü
tükenmiştir, bitmiştir. Müşteri mala talip
olmayınca senin imal ettiğin mamuller ambarda
kalacak. Bunun adına stokların artışı denir.
Biz onun için “Hele borç alıp da kredilerle
beraber imalatınızı yapmayın. Bu malınızı
satamayacaksınız. Elinizde kalacak. Korkunç
derecede zarar edecek, iflasa sürükleneceksiniz”
dedik. Aynen böyle oldu. IMF bunu bugün gördü.
Türkiye’de öyle ifade edildiği gibi %9 büyüme
yok. bunlar laf ü güzaftır. Büyüme olduğu
zaman her taraf şantiye demektir. Her taraf iş
yapıyor, harıl harıl çalışıyor, demektir.
İnşaatçısı, tarım kesimi, ormancısın,
sanayicisi, işçisi, emeklisi, herkes çalışıyor
demektir. Böyle bir şey var mı? Yok.
Olmadığına göre bizde büyüme yoktur.
Enflasyon düşmedi
Hocam, Türkiye’de enflasyon düştü
diyorlar. Ama ayda da benzine üç dört defa zam
yapıyorlar. Bu ne anlama geliyor?
Prof. Dr. Haydar Baş– Zaten bunun
dışında başka bir şey olması da hiç
mümkün değil. Türkiye’deki imalat fiyatları
almış başını gidiyor. Yalnız, yiğidi
öldür hakkını ketmetme. Enerji fiyatlarında
bir düşüş olmaya başladı. Sigorta
fiyatları, Bağ Kur pirimleri aşağı
çekilecekmiş deniliyor. Bunlar biraz biraz
olursa imalat fiyatları aşağı düşmeye
başlar. Yalnız, bunları aşağı düşürseniz
bile hammadde almış başını gitmiş. İmalatçıların
çoğu bundan şikayet ediyor. Hammaddenin
fiyatları aşağı düşmesi lazım. Asıl
maliyet enflasyonunu vücuda getiren amil de bu.
Kredi faizlerini nominal olarak aşağı düşürüyorlar
reel olarak düşüremiyorlar. Bunlar olmadığı
müddetçe düştü gibi söylenmesine rağmen
enflasyonun aşağı düşmesi hiç mümkün değildir.
Aslında parayı piyasadan çekerek yapmak
istedikleri talep darlığı enflasyonu aşağı
çekmek yerine ekonomiyi durdurmak, yok etmek
manasınadır. Liberal ekonomistlerin
bilmedikleri şu husus vardır: Piyasanın,
piyasa fiyatlarını dengeleyebilmesi için aynı
cins mamullerin piyasada rekabet imkanına sahip
olması lazımdır. Herkes kendi mamulünü, hem
de kalitelisini arz eder. Arz ettiği bu mamuller
arasında rekabet imkanı doğar. O takdirde
enflasyon aşağı düşer. Satıcı mamulüne az
kâr koyar. Bu şekilde hem alan hem satan memnun
olur. Halbuki şu anda zoraki aşağı çekilmek
istenen enflasyon mantığı bir anda
hortlayabilir. Cebindeki parayı alırsın. Talep
olmaz. Para cebine girdiği zaman aynı mamul
hortlayarak yukarı çıkar. O zaman ne anladım
ben bu enflasyonun aşağı düşmesinden. O da
olmuyor ya. Yani rekabet piyasasını
oluşturarak kaliteli malla piyasaya girmek ve az
kârla onu satma durumuna getirmektir enflasyonu
aşağı çekmek. Bunu yapmadıktan sonra
yapılan çalışmalar akamete mahkumdur.
TÜPRAŞ, PETKİM, Telekom, Erdemir neden
özelleştiriliyor?
-Türkiye’nin en önemli kuruluşları, TÜPRAŞ,
Erdemir, Türk Telekom vs. özelleştirmede son
aşamaya getirildi. Bu firmalar Türkiye’nin en
güçlü, önemli, çok kazanan, stratejik
firmaları. Böyle firmaların özelleştirilmesini
nasıl değerlendiriyorsunuz?
Prof. Dr. Haydar Baş– Bu özelleştirme
furyası rahmetli Özal zamanında KİT’lerin
özelleştirilmesi programı ile ortaya çıkmıştı.
Gerçekten de o tarihlerde KİT’ler millet,
devlet için çok büyük bir yüktü. Hantal bir
yapıya sahiptiler. Bu hantal yapının kâr
etmesi bir yana yürümesi bile mümkün değildi.
Bunun üzerine kamu kurum ve kuruluşları KİT’ler
başta olmak üzere özelleştirilecek denildi,
bunun da hayata geçmesi için faaliyetler başladı.
O gün hakikaten hantal kuruluşların özelleştirilmesi
devletin sırtından bir yükün atılması
manasına gelebilir. Ama şu anda özelleştirmeye
gayret ettiğimiz kurumların tamamı devlete mütemadiyen
kâr getiren kurumlar. Ve devlet için olmazsa
olmaz kurumlar. Yani tabiri caizse adamın gözlerini
çıkarması gibi bir şey. Bu göz olmazsa sen
görmeyeceksin, bu kulak olmazsa işitmeyeceksin.
TÜPRAŞ’ı, PETKİM’i, Telekom’u sen niye
özelleştiriyorsun? Bu kadar işçi istihdam
ediyorsun. Bu kadar kâr elde ediyorsun. Burada
bunu özelleştirmeye çalışmak rant kesimine
hibe etmek gibi bir manaya geliyor. Şayet bundan
milletin kârı var da millet buna karşı çıkıyorsa
o zaman milletin muhakemesinin noksan olduğu
ifade edilebilir. Ama rakamlar milletin gözünün
önünde. Dolayısıyla yanılması mümkün
olmayan milletin halidir. Millet yanılmıyor.
Yanılan kim? Bu kâr getiren kurumları milletin
elinden alarak şu veya bu kuruma devretme düşüncesinde
bulunan kim ise onlardır. Ben bu tip kurumların
özelleştirilmesine tamamen karşıyım. Bunlar
millete ve devlete, eskilerin tabiriyle akar
getiriyor. Bu, senin için ciddi bir akar. Bir
noktada Arabın petrolü varsa senin de bu
kurumların var. Sen şimdi bu kurumları özelleştiriyorsun.
Bu, devleti zaafiyete uğratmak ve biçare hale
getirmek gibi bir olaydır. Sayın idarecilere
tavsiyem, bu yanlış tavır ve düşüncelerden
acele vazgeçmeleridir. Vazgeçebilirler mi?
Şayet söz vermemişlerse, evet; vermişlerse,
hayır. Bunu netice gösterecek.
Tarım ve hayvancılık bitirildi
Hocam, tarımda özellikle hububatta uygulanan
politikalarda devlet, adeta, “ben devlet olarak
hububat almayacağım. Dileyen dilediği fiyatı
versin, alsın” gibi bir politika uyguluyor. Bu
politika ne getirir, ne götürür?
Prof. Dr. Haydar Baş– Bu politikanın
ne getirip götürdüğü mühim değil. Devletin
Türk tarımını bitirmeye karar verdiği
realitesi ortada var. Sen, tahkimi koyuyorsun.
Sen tahditi koyuyorsun. Şeker yasasını çıkartıyorsun.
Tütün yasasını çıkartıyorsun. Ondan sonra
bana bu ne getirir diyorsun. Bu, bela getirir, kârı
alıp götürür. Bunun da serbest piyasa
ekonomisine geçmek için yapıldığı iddiası
var. Bunların tamamı yanlıştır. Bizim Batı
ile aramızda bu konularda fersah fersah farklar
var. ABD çiftçisinin yetiştirdiği ürünlere
pazar bulmuyor. AB ülkeleri çiftçisinin yetiştirdiği
ürünlere Pazar bulmuyor. Doğru. Ama aynı ABD,
aynı AB tarım kesimin acayip derecede sübvanse
ediyor. Bir yıl içinde 50 milyar dolarlık
destek fonları ile sübvanse ediyor. Bu adam malını
bedavaya satsa zarar etmez. AB ülkelerinde tarım
kesimine 60 milyar dolar destek veriliyor. Değil
mi ki devlet bu kadar yüklü destek veriyor,
onun malının satılmasına gerek yok ki. Kaldı
ki bu derece büyük imkanlara malik olan tarım
kesimi kendine elbette pazar da bulabilir. Dünyanın
her tarafına mamulünü götürür. Zaten IMF ve
AB şartlarından bir tanesi de “Gümrük
duvarlarını kaldıracaksınız. Bizim tarım
mamullerimiz sizin dünyanıza girecek”tir.
Kabul edelim bu insan mısırını, buğdayını
dörde üretti. Dörde ürettiğinin bir mislini
devletten aldı. Niye bunu 2 liradan gelip Türkiye’de
pazarlamasın. Pazarlar. Aldığım yanına kâr
diyecek. AB’de, ABD’de böyle. Bu insanlar
gümrük duvarını da sana aşağı
indirttikleri için getirip senin elindeki
mamulün karşısında kendi ürettiğini ucuz
fiyattan sattırıyor. Bu sefer ne oluyor? Senin
köylünün elindeki buğday, mısır talepsiz
kalıyor. Çürümeye terk ediliyor. 400 liraya
mal ettiği buğdayı 230 liraya satamıyor. Bu
çok yanlış, korkunç bir yok etme, çürütme
politikasıdır. Siyasetin acilen karar verip Türk
tarımının yanında yer alması lazım. Bunu
yaptığımız zaman tamamen tarım kesimi
desteklenecektir. Bunu yapabilmek için de
bütçede çok ciddi pay ayırması lazım. Böyle
bir şey de şu ana kadar olmamış. Yapmaları
da hiç mümkün değil. Zaten IMF, AB buna müsaade
etmez. Bu siyasi gidişle Türk tarımı ve
hayvancılığı bitirilmiştir. Şöyle bir
tehlike daha var. Vatandaş geçimini temin etmek
için mamulünü satamadığı için ne yapacaktır?
Elindeki tarlasını satmak durumunda kalacaktır.
Dikkat ederseniz Anadolu’da vatandaşımız yüzde
yüz muhtaç olduğu elindeki toprakları geçimini
temin etmek maksadıyla ecnebi eşhasa satma
durumunda kalıyor. Her zaman bunu söylüyorum.
Kimse elindeki bir karış toprağı satmasın.
Onlar, altından daha kıymetli
varlıklarımızdır. İleride bu işler düzelecek.
Bu, çok devam etmez. İki yıl sonra aklımızı
başımıza devşirirsek onlarla siyasette
buluşuruz. Her yönü ile kârımıza olan
hayata geçer. Daha malımız tarlamızda iken %
50’si avans adı altında cebimizde olur.
Devlet bunu pazarlar. Geri kalanı da o zaman
cebine koyar. Sıkıntıdan kurtulur. Yani her
darlığın arkasından tarım kesimi iyi bilsin
bir kolaylık vardır. İnancımıza,
itikadımıza da bağlı kalalım. Ye’se düşmeyelim.
Ama çalışmayı da ihmal etmeyelim. Bunu nasıl
hayata geçireceğiz diye düşünüp, senin yanında
olanla el ele vereceksin, beraberce bu işi
halledeceksin. İş de nihai noktaya varacak.
Elini böğrüne koyup ağlamak da senin
yapacağın iş değil.
Aklın yolu birdir
Hocam, AB’de son anayasa oylamalarından
sonra yapılan liderler zirvesinin ardından eski
AB Komisyonu başkanı Romano Prodi’nin bir açıklaması
oldu. Avrupa ülkelerinde annelerin çocuklarını
korkutmak için anneciğim Türkler geliyor
demelerini hatırlattı. Ardından yeni Papanın
açıklaması yansıdı. “Türkiye Hıristiyan
kökene sahip olmayan İslam kültüründen
etkilenmiş bir ülkedir...” ile başlayan,
yani Hıristiyan olanlar AB’ye girebilir,
olmayanlar giremez manasında bir açıklama
yaptı. Ortada böyle bir tablo var. Ne
diyorsunuz?
Prof. Dr. Haydar Baş– Biz, Romano Prodi’nin
ifade ettiği hususu 20 sene evvel dedik. O günden
bugüne de diyoruz. Bu bir kanundur. Ne hikmetse
bizim aydınımız meseleleri görmek istemiyor.
Toplumda kabul etseniz de etmeseniz de toplumu
toplum yapan değerler vardır. Bu değerler
üzerine bireyler yetişir, toplum kuralları
belirlenir, insanlar o toplumun malı olurlar.
Bizi yetiştiren kurallarla Batı arasında
mukayesesi mümkün olmayacak farklar var. Adam
diyor ki “Sen İslam kültürü ile yetiştin.
Benimki ile bir değilsin. Seninki Tevhid,
benimki Teslistir. Senden ben, benden de sen
olmaz” diyor. Burada Batılı haklı. Haksız
olan biziz. Ama diyeceksiniz ki “Siz vazifenizi
yerine getirin. Biz sizi alacağız.” Oradaki
espri de şu: Türkiye’den alınması gereken
bir takım tavizler var. Bunu ona düz yoldan
yaptıramıyorlar. Baktı ki bunlar da ona âşık.
Bari alınması gereken tavizleri bu yolla
alalım, ondan sonra bir tekme kovalım, diyorlar.
Bu mantıkla Kıbrıs elimizden gidiyor. Kıbrıs
bu noktaya gelir miydi? Ege, İstanbul Suriçi,
Güneydoğu elimizden gidiyor. Kuzey Irak’ta
federasyon kuruldu. Musul–Kerkük elimizden
gitti. AB gelişmeleri olmamış olsa, “müzakere
edilecek, gireceksiniz” ihtimalleri olmamış
olsa bunların hiç biri olamazdı. Aklın yolu
birdir.
Hocam, medyaya Başbakan’ın bir ifadesi
yansıdı. Mercedes fabrikasındaki bir törende,
“Türk insanı yaşarken Mercedes’e binemiyor.
Bari öldüğünde binsin diye Mercedes marka
cenaze arabaları aldık” dedi. Türk milleti
buna mı layık?
Prof. Dr. Haydar Baş– Sayın Başbakan,
herhalde bunların dirisi değil ölüsü hayırlı,
diyor. Ben ona katılmıyorum. Türk milletinin
dirisine Mercedes layık. Altının kıymetini
sarraf bilir.
[01.07.2005]
|